5 Eylül 2016 Pazartesi

PAZARTESİ

         Pazartesi, iyi tarafı hafta sonuna 4 gün kalması. O kadar yoruyor ki bu hayat. Küfür artık sıradan bir ses oluyor. Aslında komik olan yaşlanmak istemeyip hafta sonlarını,  maaş günün gelmesini bir an önce isteyerek, kendimizi kısır bir döngüye hapis ediyoruz. Ve ömrümüzden giden bu zamanın anlamıyoruz. Bu amına koduğumun sistemi o kadar güzel beceriyor ki bizi zevk alamıyoruz zaten ortada bir tarafın rızası yok ama çığlık atıp yardım istemediğimiz ve direnemediğimiz için eminim mahkeme olsa rızası vardı kararı verip birde o geçerdi bizim özgür zamanımızın ırzına. Bunun bu şekilde olmasının sebebi bizim bu sisteme bir şekilde direnmemizin ve yapmış olduğumuz çirkinliğim izin kötülüğümüzün vurdum duymazlığı mızın onu bize yansıtması evet sistem kendini yormuyor elinde bir ayna var ve onu bize tutuyor ne verirsek onu alıyoruz. Hayat çok güzel ama biz o hayatı göremiyoruz. Hayatımızı trafiklerde televizyon karşısında siktiğimin akılı telefonun başında geçiriyoruz . Doğa da pazartesi ve hafta sonu yok ama insan hayatında her zamanın bir adı var. Kira günü gibi, kira ödemek çok aptalca dünyada insan nüfusuna yetecek kadar boş konut var ama o kadar açgözlüyü ki hep fazlasını istiyoruz. Belkide bunu öğretiyorlar. Ben kirasını ödemediği için yuvasından atılan bir karga görmedim. Bizde neden var? Neden halklar için olan devletler bizi müşteri gibi görüyor?
Hafta sonuna 4 gün kaldı. Sanırım en güzel yanı bu. Kira ödemiyorum bu arada ama kendi imkanlarımla yapmış olduğumuz evi bu evi yaparken aç kalmayı susuz kalmayı vs geçiyorum  o evde yaşamamız gerektiğini söylüyor eğer deprem olursa ya da gökten hortum vs olursa öle bilirmişiz. Devletimiz bizi koruyacağı için makul bir ücret ödeyip evi deprem yönetmeliğine uygun hale getirmemizi yada siktir olup gitmemizi istiyor. Böylece hayatımızı kurtarmış oluyor. Makul ücret 21 yy şartlarında benim geri kalan ömrümü borç içinde geçirmemi daha sonra o borç yükünün altında stresle kanser olup bu sikik borcu geri de kalanlara bırakıp ölmeden önce  bu müthiş sistem için teşekkür etmem gerektiğini söylüyor. Teşekkürler. Hafta sonuna 4 gün kalması bu iyi düşünceyi çıkarmamalı kafamızdan. Şükür etmeliyiz.  

Pazartesiye 6 gün kaldı.

27 Mayıs 2015 Çarşamba

İradesiz seçim

   Seçim arabalarından bangır bangır bağıran arabeskten dönme şarkıların kulaklarımızı sağır eden şarkılar türküler eşliğinde bana seçim yap mesajı veren dış sesler iç sesimi bastırmaya çalışsa da derinlerde bir yerde bu hengamenin bize gösterdiğinden fazlası var. Her partinin seçim arabası geçince vereceğim oyda değişiyor kim daha yüksek sesle daha çok ses çıkarırsa sanki oyumu ona vereceğim. Sanırım toplumsal bir kültür gibi statlarda bağırmayan taraftar siktir olsun gitsin küfür tamlamasında olduğu gibi en çok bağıran en çok bayrak poster asan kalsın diğerleri gitsin demeye çalışıyorlar. Biz sade vatandaşlar ise buna ses çıkamadığımız için kabul etmiş oluyoruz bir yerde. Bu seçim kampanyalarının önemli bir bölümünde biz cebimizden çıktığını düşününce oldukça mutlu oluyor verdiğimiz vergilerin bize görüntü ve ses kirliliği şeklinde geri dönemsi. Zaten bu kadar vergi verip üzerine kamu kuruluşlarında ekstre ücret vermek ( hastane de muayene ücreti, belediye otobüsde su için para elektirik için trt için) oldukça ilginç. Gerçi sadece seçim kirliliğiyle değil mesela bilakis seçim güzelik kralicesi gibi kalır diğerlerinin yanında. 1000 odalı saray yapıp kalıcı eser diyor büyüklerimiz acaba evsiz vatandaşımız gitse bir oda istese verirler mi ? Muhtemelen cevapları sana yerimiz yok. yahut sana yer verirsek diğer insanlarda ister olur.  Eğer ısrar edersek ya parelci ya da törerist yakıştırması yapılır. Aslında seçim yapmak tercih yapmak özgür hisettiryor insanı. Bazen şeçimlerimizin sonucuna da katlanmak gerek. Siyasette değil seçim özel hayatımızıda yakından etkiler seçimlerimiz. Bu seçim kelimesi kullanmakda aslında sıkıcı geliyor bu da bir seçim. Özel hayatımıza dönersek  keşke özel hayatımızda seçim yaparken tercih ettiğimiz insanlar siyasiler gibi arabalar şarkılar bize özel mitingler düzenlese hayel edince ilginç geliyor. Sevgiliniz olmasını istedğiniz birinin sizin onu neden tercih ettmeniz gerektiğini göstermesi gibi ya da yeni bir iş için başvurunuzda işyerini neden kabul etmeniz gibi. Çoğunlukla bu dediklerimi karşı taraf değil biz yaparız. Hoşlandığımız kızın sizi tercih etmesi için en iyi silahlarınızı devreye sokmanız gibi. Tercih etmek özgür iradedir. Tercihlerimize önce kendimiz saygı duymalıyız ki başkasından da belleyelim.
Sandıktan herzaman özgür irade çıkmaz. Bazen başkalarının tercihi sizin kabusunuz eziyetiniz olur.

27 Ağustos 2014 Çarşamba

İLİŞKİLER


Aşkın üç hali var birinici tanışma, ikincisi birbirini tanıma ve üçüncüsü unutmaya çalışma her üç durumda da aşk kendini farklı duygularda hissettirir.  Mutlu olduğumuzu düşündüğümüz kişi beklide hayatımızı boyunca bir daha yaşamak istemeyeceğimiz acıları yaşatır bu olumsuz tarafı, birde diğer tarafı var diyeceğim yalnız benim için öyle bir tarafı yok.  Bu çok negatif olduğumdan değil sadece benim gözüme insan aşkının böyle göründüğünden olabilir. İnsanın  doğasında vahşilik hakim derler aynı belgeseler kanallarında sömürülmüş afrikanın milli park adı altında balta girmemiş ormanlarında gösterilen hayvanlar gibi  insanda vahşidir kadınlar ne kadar çok kibar düşünceli medeni adı altında esnek olabilecek erkek istediklerini söyleselerde aslında istedikleri onları koruyucak iyi yerlerde barındırıcak diğer gülcü toplum içinde konuştuğu zaman düşünceleri diğer insanlara ne kadar ters zıt gelirse gelsin gülcü oldukları için sözü geçen erkekleri isterler. Etrafımıza baktığımız zaman aslında kadınların içten içe kas gücü ve banka hesabları kabarık olan erkeklere karşı ilgileri olduğunu hep görmüşümdür tüm bunları toplayınca aslında aşk sadece cinsel acıdan tatminden fazlasına gidemiyor. Aslında kimi zaman bu tezime inanmadığım çiftleri görünce kısa bir an bile olsa bunu konuda önyargılı olduğumu düşündüğüm oluyor ama bu çok uzun sürmüyor. Birbirlerinin ilk aşkı olmadıklarını onları tanıdıkça anlamaya başlıyorum
 Shakespeare, bu konuda söyle diyor :
"İnsanların çoğu
Sevmekten korkuyor, kaybetmekten korktuğu için..
Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için.
Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için.
Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğin kıymetini bilmediği için.
Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için.
Ve ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için."
Shakespaear in dediği gibi aslında korktuğumuz için belkide birbirmizi seviyoruz. Çünkü karşı tarafın duygusal egosunu tatmin etmedikçe sevgi sadece basit bir kelimeden öteye geçemiyor.

Yeni Çağ

             Sosyal Medya çıktığında insanoğlu yeni bir çağa girdi, iddialı bir cümle değil mi? belki bir mecaz yüklü görünebilir ama yeni bir çağa girmek için illaki bir şehri Fetih etmeye gerek yoktur. Yeni bir çağdayız bunu kabullenmek gerek. Alışkanlıklarımız değişti , sosyal olmak bir araya gelip sohbet etmek arkadaşlarla dertleşip yahut da sevinçlerimizi konuşarak zaman geçirmek yerine, elimizde tutmuş olduğumuz; kendini akıllı diye tanıtıp  bizi de bir bağımlılığımın zekasına indirerek kendi aklına muhtaç eden enerjisi bir gün dahi gitmeyen, "o olmadı mı ? hayatımızı nasıl geçiririz ?" sorularından dahi korkuttuğumuz , Çin de aylık 5 dolara çalışan bir işçinin elinden çıkan bizim coğrafyamızda kendi maaşının iki katı para ödeyip fakirden zenginine kadar her kesimde olan  daha bir çok özellik ekleyerek tanımlayabileceğimiz küçük cihaza büyük dünyalarımızı sığdırmaya çalışıyoruz. Dostluğa önem veren ve bir o kadar da teknoloji seven biri olarak çıkmaza düştüğüm oluyor. Sigara içen bir babanın "sigara içmemelisin çünkü sana zarar veriyor " demesi nasihati altında  sosyal medyadan uzak dur demekle aynı şeydir. Kötü bir şey mi bu mavili arkadaşlar aslında değil tabi kendinizi tutarsanız. 
   Önce ki çağda insanlar öğün yemeklerini fotosunu çekip daha sonra bunu fotoğrafçılarda çoğaltıp bunu arkadaşlarına dağıtmazdı. Belki şuanda bu şekilde olmuyor ama eminim şu an ki sosyal medya bağımlıları olarak bunu yapabiliriz. Eski çağdakilerin yapmama sebeplerine gelince de empati kurma yeteneklerinin bizden daha gelişmiş olması olabilir, belki de  bugün insanların  devlet kurumlarının  milli geliri kişi başı 20 bin USA dolarında gösterse de gerçeklerin bu şekilde olmadığını ; bugün semt pazarlarının kurulduğu yerlerde  kapanış saatinde bazı  insanların beğenmeyip "çöp" tabiri ile andığı sebze ve meyveleri toplayıp onları tüketen  insanların var olduğunu biliyor olabilmeleridir Yeni çağın insanları bunu görmediği gibi bu insanların ömürlerinde bir defa yiyebileceği yemekleri   "orta çağda ki ekmek bulamıyorlarsa pasta  yesinler" sözünü söyleyecek kadar vicdana sahip biri gibi fotolarını paylaşıyorsak, bunu da düşünmüyorsak sanırım insanlığımızı da bu küçük cihazlarla boyut olarak eleştirmişizdir. 
    Bu kadar kötü değil sosyal medya buna yürekten inanıyorum. bugün satılmış basını görünce sosyal medyanın hayatlarımızda ne kadar güçlü bir faktör olduğunu yakın zamanda gördük.İnsanların politik, sportif , dini, sosyal konularda ne düşündüğünü görüyoruz. Bir aradayken demokrat adil görünen tanıdıklarımızı sosyal medya üzerinde ki paylaşım ve beğenilerini gördükçe bahsettikleri gibi olmadıklarını görüyoruz. Bir nevi iki yüzlülüklerini görüyoruz. Bugün insanlar paylaşımlarını dahi dikkat çekmek en çok takipçi beğeni almak üzerine yapıyor, Gazze deki ölen masum çocuklar için ağlıyor Suriye de Kuzey Irak ta susuzluktan ölen yezidi çocuklar için hiçbir duygu göstermediğini görünce  insanlıktan ümidimi kesiyorum. Zulüm gören insanda dahi ayrım gözetiyorsak insan olmanın ne önemi kalıyor.
   Sosyal medya ve akıllı telefonlar iyi ama kontrol bizde oldukça insanlığımızı unutmadan...






26 Ocak 2014 Pazar

En Büyük Yalanı Biz Kendimize Söylüyoruz...

Uzun bir günün ardından yatağıma uzanmıştım, herkes gibi o günün ve gelecek olan günlerin muhasebesini kendi kendime yapıyordum. Bugün doğum günümdü 30 olmuştum belki de bu akşam geçmişi, şimdiyi ve geleceğimi düşünmemde etkili olmuştu. eğer şanslı iseniz doğar  doğmaz  sıcak bir ev maddi kaygıları olmayan bir aile ye sahip olarak dünyaya gözlerinizi açarsınız . tabi ben bu kadar şanslı değildim bu yüzden hayatın güzelliklerini kaçırıyordum Avrupa tatilleri yeni yılda bir önceki yıldan bir sonraki yılda çıkmak üzere piyasaya sürülen arabalara sadece bakabiliyordum . neyse bu kadar fakir edebiyatı yeterdi gerçekçi olup sahiplerimizin istediği gibi uslu birer çocuk olup enflasyonla orantılı maaşlarımızla durumu iyi olup sahil kesimlerinde yazlık alan akrabalarımızın yanında kanunen en az 10 günden aşağı kullanmamız gereken yıllık izinlerimizin 7 günle sınırlı tutan psikopat müdürümüzün istediği tarihlerde kullanabilecek kadar özgür olduğumuz için şanslı olduğumuz için her akşam şükür etmeliyiz. sonuçta Avrupa tatilleri ya da son model arabaları alan değil yapan ve bunları sahip olanlara hizmet eden  bir kesimiz. biz olmasak zenginlik anlamını yitirir. üstlenmiş olduğumuz misyon oldukça önemli. bizim dinlediğimiz müziklerin için de  acı ve yokluk melodileri akıyor. siz hiç mozart dinleyen bir  çalışan gördünüz mü? belki de görmüşsünüzdür ama o da ana haber bülteninde ulu zenginlerimizin katılmış olduğu ve onlar yediklerinden arta kalanları dünyanın geri kalan kısmında açlıktan iç savaşlardan canını kurtaran kardeş toplumlar için yapılan yardım gecelerini gösteren vtr lerinde arka planda çalarken duymuşlardır. zaten kayıp değil ama dinlenilen müziğin yaşam tarzının dahi bulunmuş olduğu maddi varlığıyla örtüştüğü bir dünyada yaşadığımı fark etmemi sağlıyor.
Bunları yazmamın da insanlar "bunu bilmiyor öğrensin gayesiyle" değil sadece yeniden hatırlatmak istemem. yeni kıyafetler alınca six packli ve selülitsiz screett mankenleri gibi görünmeyeceğiz. sadece giyinik olacağız , sürekli yeni kıyafetler yeni kozmetik ürünleri yeni ayakkabılar kartonlarda üzerinde ismimiz yazan mochalı whiteli kahveleri içince huzura kavuşamayacağız ve en önemlisi sınıf atlamayacağız zaten sınıf sadece eğitim dalında güzel gerçek hayatta sınıf resmi olarak yok ama gayri resmi olarak maalesef var. bunları kabullenmek ve çözümü için çalışmak lazım. artık bilişim çağındayız insanlar yemek yemeden önce resimlerini paylaşıyor acaba bunu yiyemeyen arkadaşımız var mıdır diye düşünmeden tabi ki güzellikleri ve mutlu olduğumuz anı paylaşmak güzel. ama ilgi canavarı gibi her şeyimizi paylaşarak ne kadar itici olduğumuzu bazen düşünmemiz gerekir. popüler kültürün birer kölesiyiz, kitap okumuyoruz okursak da bestsellerden aşağısına bakmıyoruz. müzik desek yapımcıların müzik yapımcılarının popüler yaptığı insanları yani kısacası okuduğumuz kitap izlediğimizi filmler dinlediğimiz müzikler popüler kültürün etkisinde ve para kazandıranın.
Bütün bu konuyu bağlamak gerekirse toplum olarak dünaya kalabalaklaştıkça bizler yanlız birer birey oluyoruz kocaman gülüp paylaşatığımız resimlerde sadece kocaman rollerle poz veriyoruz, yediğimiz yemekler  göründükleri gibi çok lezetli değil zaten onlarda bu hayat tarzı gibi şişirilmiş geneteği ile oynanmış sadece görüntüden ibaret. herşeyimizi tek tip oluyor herkes bencilleşiyor. Bize baştan sorsalardı belkide kimse gelemezdi bu dünyaya ben Araf da olmayı tercih ederdim zaten günü kurtarıyoruz. aşklar evet aşklar aslında aşk bir defaya mahsus olmalıdır Sabahttin Ali nin Kürk Mantollu Madonnasında Raif gibi Maria gibi  ki bizler o kadar tüketiciyiz ki sevgileri saflıkları dahi bitiriyoruz diğer herşey gibi. hayal kırıkları kötülükler bizi değiştiriyor iyi olan zamanla kötü olmayı seçiyor. iyi olmak sadece takdir edilmenizi sağlıyor çünkü hayat o kadar zalim ve kötü insan var ki biraz iyi olursanız takdirle ödüllendiriliyorsunuz ama sadece kelimelerle. iyiler gerçekten kaybediyor bu hayatta. ama yinede pes etmemek tek tip olmamak için çapa göstermeliyiz. bu şekilde hayatlarımızı ruhlarımız özgür olur..

26.01.14
                                                                                                                                       S.O

21 Nisan 2013 Pazar

DÖNGÜ

Hayat denen bu uzun yolda; kendisi bunu tersini bize ısrarla söylercesine "kısa olan" doğumla başlayan ve ölümle yeni bir başlangıca açılan. Bu çok seçmeli ve “bir yanlışın” bütün doğruları, mutlulukları götürdüğü ama çok seçmeli gibi olsa da bize pek de seçtirmediği. Genelde sadece kendisinin seçtiği, bu yol da bize kısır döngüleri yaşantığı, sonu başından belli olan zaman zaman 1 sınıf ama çoğunlukla 3. sınıf bir filmi gibi izletildiği, filmin sonunda iyi bir izleyici olursak ve” sonsuz mutluluk”,” kötüysek “ ve “sonsuz acılar “ ödüllendirildiğimiz. Bunu bilerek izlemeye devam ettiğimiz. Bu uzun ve hızlı yaşam yolunun sonunda vardığımızda; bizim açmamızı bekleyen kapının arkasında ne olduğunu bildiğimizi sandığımız ve aynı zamanda bilemediğimiz! Bu “sanal dünyada”, Mutlukla - hüzün, yaşamla- ölüm, gibi aralarında her zaman ince bir çizgi bulunan hayatın kendisin bize çizginin istediği tarafına geçirdiği canın istediğinde bizi istediği tarafa geçirdiği veya istediği tarafta yolun sonuna kadar tutuğu bu yaşam diliminde ben bu çizginin ortasındayım… Sadece beni bu ince çizginin hangi tarafına iteceğini merak edip bekliyorum ve beklerken yolun sonuna ne zaman ve hangi tarafındayken geleceğini bekleyip düşünüyorum.

10 Mart 2013 Pazar

SEN VE BEN VE "BİZ"

Gözlerim  bilgisayarım da yanıp sönen imleçinde olsada aklım orada değildi. Bütün dikkatini yapmaya çalıştığım şeye yazmaya odaklansamda ister istemez her ay elektronik postama düzenli olarak gelen faturasını ödediğim paralı digital uydu kanalın da ki televizyon dizisindeki gelen seslerle dağlıyordu. Zaten yazsam ne olacaktı ki? O kadar çok yazan insan var  ki. yazmak neyi değiştirecek? Bu yaşlı yeryüzünde insanların acılarının bile sıradanlaştığı bir dönemde ne yazabilirdi ki ? Bence insanın kendini ifade etme biçimi karşısındaki insana göre değişiyordu. Eğer kişi karşısındaki insana kendini ispat etmek istiyorsa seçtiği cümleleri buna göre seçebildiği bir zamanda yaşıyoruz. Bunu örneklememiz gerekirse yeni tanıştığımız ve bir şeyler hissettiğimiz  insana  kendimizi ifade ediş biçimimiz ile hayatımızda yerini almış ve çoktan sıradanlaşmış bir kişiye ifade etmemiz arasında şöyle bir uzaktan baktığımızda iki zıt karakterli insan kadar farklı olabiliyor.Bunun bana göre sebebi ise karşımızdaki Bireyin bizi olduğu gibi kabullenilemeyeceğini düşünmemiz.
Her zaman birilerini etkileme çabasındayız. Bu bazen o insanı elde edinceye kadar kimi zamanda ihtiyacımız olan işi alıncaya kadar sürer. Sonrası ise gerçek kimliğimizi bir süper kahramanın gizli kimliğini açıklarcasına yavaşça şaşırtıcı bir şekilde ortaya çıkıyor çünkü artık egomuzu doyurmuşuz artık karşımızdaki gerçek "beni" rahatça gösterebiliriz. İnsan gerçekten yaşadığımız zamanda bütün ihtiyaçlarını gidermek için harcayamacağı duygu, beden  hatta yeri geliyor kendi yaratıcısını bile kandırmayı düşünecek kadar sahtekar ve acımasız. Eğer zırhınızı çıkarırsanız ve karşıdaki insan bunu görürse ya da hissederse emin olun bunu yaptığınız güne lanet okursunuz..
Aslında bütün bunların sebebi değişen ve vahşileşen toplumlar. evet vahşiyiz orta çağa karanlık diyenler kendi karanlık çağını yaşadıklarını maalesef göremiyorlar. kanun var ama işleyişi bile banka hesaplarına göre farkılık gösteriyor. Nerede eski aşklar diyenler sürekli eskiyi ananlar da  o kadar çabuk tüketiyorlar bu bile yetmiyor dönüp tekrar tükettiğini tüketiyor ve eskiyi anarak doymadığını gösteriyor. bütün insanların "fast food" tüketir gibi birbirlerinin duygularını bedenlerini tüketiği bir çağın tanıklarıyız sürekli yeni kıyafetler yeni sevgililer yeni telefonlar yeni arkadaşlar edinme çabasındayız.o kadar duygusuzlaşıyoruz ki, bize fısıldanan "bu olmazsa başkası olur" fikirleri beynimizin ruhumuzun derinliklerine işliyor, bu da zamanla yaşam tarzımıza dönüşüyor. Eskileri yad edenlere sormak lazım sevdiğinizi düşündüğünüz insanı her haliyle mi seviyorsunuz ? yoksa eksiklerini görecek kadar mı bir sevginiz var? eminim mecnun da Leyla'da  birbirlerini eksiklerini görecek kadar sevmiyorlardı. ama çağımız her şeyin daha iyisi olduğunu ve elindekinden daha iyi bir model olduğunu öğrettiği için elimizdekini her eksikliğiyle ya da artısıyla değilde bir üst modeliyle ya da indirimde olan başka bir modeliyle değiştireceğimizi öğrettiği için hiçbir zaman  karşımızdakine sadık olamıyoruz. En önemlisi elimizdekiyle yetinemiyoruz, Karşımızdaki insanın illaki eksikleri olacak zaten "insan" olmasından kaynaklıyor. Duyarlı  İnsanlar değişir eksikliklerini görür ya da kendisine yapılan eleştirileri dikkat alır. Eksiğini tamamlar ya da çaba gösterir ,bu bile başlı başına bir değişimdir ve yeterli olmalıdır.

İnsanların birbirini kaybetmesinin kolay ama kazanmasının ise bir o kadar zor olduğu bir çağdayız
tüketmekten çok birbirimize olan anlayışın hoşgörünün atfetmenin egolarımızın tavan değilde taban yapması gerektiği inancındayım bu karanlık çağda bir umuttur bu, birini karşılıksız sevmek. en önemlisi "ben ve sen" olmamalı "sen ben ve ben" değil "Biz" olan insanlardır bu hastalığın şifası.. Bozuk sistemin hasta çocuklarıyız biz tek ihtiyacımız birbirmize rol yapmadan yenebiliriz bu hastalığı...